“Deveye sormuşlar boynun neden eğri? Nerem doğru ki.. demiş.”
İşte, hesap – kitap burada başlıyor aslında.. Kendimizi tanımakla.
Çocukluğumda, basamak sayma, yolun parke taşlarını sayma gibi bir takıntım vardı. Bunun nedeni de, o dönemler sıkça elektrik kesintilerinin olması. Merdivenleri, çoğu zaman karanlıkta çıktığımız için, düşmemek, hızlı çıkmak için, merdivenlerin basamak sayısını ezberlemiştim. Hatta bizim evinkiler yetmemiş, sıkça gittiğim arkadaşlarımın evlerini de bilirdim. O alışkanlık sonra, yürüyüşlerde, yolun parke taşlarını saymayla devam etti. Duvar kağıdında kaç çizgi var? Halıda kaç çiçek var gibi. Anlayacağınız saya saya bitiremediğim, rakamsal bir hayatım vardı çocukluğumda.
50 kuruşum olur mu? Olursa ne alırım? “Bir Ankara gazoz, bir simite de yetmiyor.” Kara kara düşünüp, çocukça depresyonlara girip, kabuslar gördüğümü bile hatırlıyorum. Şaşılacak bir şey yok aslında. Bir çocuk için en büyük geçim derdi, onu mutlu edecek küçük şeylerdir.
Öğrenciyken, masrafı karşılamak için çalıştığım işlerde çok da fazla sosyal haklar, ücret gibi kriterlerim olmamıştı. Okul bittikten sonra, parke taşlarını saymakla geçti epey zaman. İş aradım.. olsun..! Alışkındım parke taşlarına..
Aslında, hayatımız bir matematik ama….. Hesabını yapamadığımız, dışarıdan gelen, bizim tahmin edemeyeceğimiz etkenler var. Hal böyle olunca, evdeki hesap da çarşıya uymuyor tabii.
Kemal Sunal’ın çocukluğumda çok önemli bir yeri var. Mesela “Ortadirek” sözcüğünü ilk onun filminde izlemiş, anlamını kavrayamasam da… bizim, yani “dar gelirlinin” adı olduğunu bilmiştim. “Ortadirek” de bir matematiksel hesaptı, nerden bileyim?
Örneğin, selda bağcan” yaz gazeteci yaz, bunu da yaz” diyordu şarkısında. Gazeteci neyi yazmıyordu da, selda bağcan protesto ediyordu diye düşünmüyorduk, çünkü biliyorduk.. Şarkının içinde hepsi ayan beyan belliydi .Ama kötü bir şey değildi. Yoksa, sokakta oyun oynarken bile çocuk sesimizle bağıra bağıra söyler miydik.”
Aman kimse duymasın” diye, tembih edilmedik. Rahattık, çocuktuk, masumduk, özgürdük.
Gizli değildi hiçbir şey. Zeki Alasya, Metin Akpınar, “bu adamlar nereye bakıyor” diye sorabiliyorlardı. Hadi bu soruyu sordun diyelim, bu filmin içinde, neden grev var, neden siyasileri eleştiriyorsun demiyordu kimse.
Cem karaca, “ tamirci çırağını” söylerken bile, altında bir çapanoğlu aranmıyordu. Çünkü tamirci çırağı, bizim sokaktan, sizin sokaktan, öteki sokaktan bir çocuktu.
Çocuktuk biz.. Masumduk, rahattık, özgürdük. Sadece bu kadardı..
Zaman matematikle geldi geçti. Büyüdük ..! Araya sıkıştırdığımız şiirlerin ve romanların gölgesinde, parmak hesabı yapan anamızın, yarı dolu yarı boş, pazar çantasını taşıdık. Bizimki romantik bir yoksulluktu. İstediğimiz gibi yemesek de, içmesek de, giymesek de sevmek , gülmek serbestti. Ağlarken , güldüğümüz çok an olurdu.
Hep daha iyiye gideceğimiz günler yakın diye düşündük.. Gün geldi, dünü arar olduk. Hesap kitap hiç bitmedi hayatımızda. Gelişmekte olan bir ülke olarak yıllarca sürünürken, geliştik mi, geriledik mi diye anlayamadık. Anladıklarımız öyle kafamızı karıştırdı ki, çarpım tablosunu unuttuk. Toplama yapmayı beceremedik. Gördüklerimizi üst üste koyup, toplamı bulamadık. Arada hep bir işlem hatası vardı sanki.
Ya biz gerçekten artık hesap yapmayı unuttuk. Ya da artık matematik diye bir şey yoktu.
Neyse ki, hala bazı şeylerin hesabını yapabiliyoruz. Örneğin yediklerimizin, içtiklerimizin, giydiklerimizin,faturalarımızın.. velhasıl hayatta kalıp nefes almak için gerekenlerin hesabını..
Tabii bir de, maaşlarımızın..!
Ve geri kalan hiçbir şeyin hesabını yapmıyoruz. Hesapsızca yaşıyoruz vesselam. !
***
2019 yılı ülkemize, tüm dünyaya, insanlığa barış, huzur ve bereket getirsin.
Sanki geçmişte yaşadıklarımın ya da yaşayıp da unuttuklarımın fotoğrafıyla karşılaşmış gibi oldum,bir diğer değişle yazıda kendimi de buldum.
Ve bir doygu selinde kayboldum.
Yüreğine sağlık