Büyük şehir İstanbul…
Büyüklüğüne, karışıklığına yakışan bir de sıfatı var: Kozmopolit..!
Yer üstü ve yer altı olmak üzere ikiye bölünmüş..Hangi yüzüne baksanız, size yabancı…
Orhan Veli’nin tepeden seyrettiği, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun adına destan yazdığı, Sunay Akın’ın kız kulesi serenadı, İstanbul’u kurtarmaya yetmemiş.
***
Ofiste, geç saatte çalışıyoruz yine bir akşam..
Telefonla yemek siparişi verdim. Bir süre sonra kapıda, yemeği getiren delikanlı belirdi.Eli-yüzü düzgün , gözleri bezgin.. Zoraki gülümsediğini görünce; “Yorduk seni akşam akşam” dedim. Gözleri, yarı açık – yarı kapalı, anlaşılması zor, doğu aksanıyla cevap verdi: “yok çalışıyoz biz”.
Gülümsedim.. “Nerelisin sen?” dedim. “İstanbul” dedi. Yine gülümsedim ve sordum: İstanbul mu ? “Hee” dedi. “Peki, teşekkür ederim” deyip, yolcu ettim delikanlıyı.
Belli ki “İstanbullu olmak” onun için bir ayrıcalıktı ..
***
Doğduğun yer mi? Doyduğun yer mi ? diye sorarlardı eskiden. Nerede karnın doyuyorsa, oralısın artık. Hatta “asıl memleket” diye de bir söz vardı. Hani doğduğun yeri söylemek yetmez, bir de yedi ceddinin nereli olduğunu öğrenmek isterdi meraklısı..
***
Küçük bir terzi dükkanı var sokağın başında. Yanına çırak almış. Sessiz, utangaç bir çocuk.. 13-14 yaşlarında var -yok.. Geçen sabah terziye uğradım, küçük bir işimi beklerken, sohbet ettik biraz. Ustasından çekinse de, O’nun gülümsemesinden cesaretle, sorularıma cevap verdi.
“Kaç yıldır İstanbul’dasın dedim. “Biz çok eskiyiz “dedi.
“ya öylemi? Sen, burada mı doğdun”dedim.
“Yok . ben Siirt’te doğdum” dedi.
“Kaç yaşında geldin buraya?” dedim
” 12″ dedi.
Belli ki, “istanbullu” olmak onun için de bir ayrıcalık..
***
Bakırköy minibüsüne bindim. Yasak olmasına rağmen , kaptan şoför cep telefonu ile konuşuyor. Gidiş-gelişli caddede, karşıdan gelen minibüsün şoförü ile camdan cama arapça sohbete başlıyor. Bir kulağında telefon, sol el camdan dışarıda, ayaklar frende.. Derken uyarmak için ağzımı açtım ki, arkada tıkanan trafikte, araçlar kornaya basmaya başlayınca “heh şimdi hatasını anlar artık” diye sustum. Ama “İstanbullu” olmak, belli ki kaptan şoföre de engin bir özgürlük vermiş… devam etti.
***
Kabataş-Bağcılar tramvayına biniyorsunuz.. Tüm “istanbullular” orada.. Ama, hiç biri Türkçe konuşmuyor.
Kendinizi kalabalıklar içinde, yabancı hissediyorsunuz.. Sırtınızda bir Suriyeli, solunuzda bir Suriyeli, Sağınızda bir suriyeli daha… Şam ile ortaya karışık bir “istanbullu” olmuşuz belli ki..
***
En seçkin “istanbullular” metrobüslerde.. Avrupada, 5 yılı tamamlamış, oturma iznine sahip Türkler gibi, seçkin mültecilerle yolculuk ediyorsunuz. Özgüven tavan yapmış..
***
Metro mu? Metro tam bir şehir efsanesi.. Metronun geçiş koridorlarında ,sokak çalgıcıları ile Avrupa, turnikelerde Ortadoğu.. Bindikten sonra, nerede olduğunuzu çözene kadar gideceğiniz yere varmış oluyorsunuz. Elektro şok bir yolculuk..!
***
1972 de Kocamustafapaşa’da ilkokula başladım. Okulun ilk günü, öğretmenimiz herkesin memleketini sormuştu.Asıl memleket önemliydi o yıllarda. Tarihi şehir, henüz “istanbullu” ayrıcalığıyla tanışmadığından, dışarıdan gelenler azınlıktı..
Hemşeriler, birbirini bulduklarında, altın bulmuş kadar sevinirdi. İstanbul’un taşında toprağında altın bulamayınca, belki de kendimizi böyle avutalım demişlerdi.
***
70 li yıllarda, Akdeniz ve Ege, tatil beldesi olarak keşfedilmemişti ama istanbul bu ihtiyacı görüyordu. Zamanla seçkin semt plajları, ” İstanbullu “ayrıcalığıyla tanışmaya hazırlanırken, denizler koli basiline yenik düştü.
80 li yıllardan sonra, Anadolu’nun her bölgesinden göç aldı. Şehrin eskileri, ters bir göçe başladı. Akdeniz ve Ege de bir tatil kasabasında müstakil bir ev hayaliyle gittiler, hala gidiyorlar. Koca şehir, “istanbullu” olmanın ayrıcalığını bilenlere kaldı..
***
Geçmişte, İstanbul Türkçesi ile konuşanlara olan hayran bakışlarımız, yerini boşluğa bıraktı. Kravatlı, takımlı beylerin, zarif hanımların “Günaydın efendim”i, dillerde “öptüm, bye” a kaptırdı.
Bu şehirde ,artık herkes mülteci..Herkes kendi içinde, köyüne uzak ve hasret; yaşadığı yere yabancı..!
Ve bizler, yedi tepe içinde kaybolduk..!
müthiş.
Adına şarkılar bestelenen,şiirler yazılan, ” yedi tepeli şehrinde bıraktım gonca gülümü” dizisini Zülfü Livaneli’den dinlerken romantizmin ve isyanın uç noktalarında dolaştığımız İstanbul’u artık eskisi gibi sevmiyorum . Çünkü o eski İstanbul yok artık. Ben eski Yeşilçam filmlerinde gördüğüm İstanbul’u özlüyorum. İstanbul’un son durumunu ne güzel anlatmışsınız, yüreğinize bilincinize sağlık